Şiirlerinde yer yer benzetmelere yer veren kendine özgü bir dil dokusu yaratmış,
Öztürk. Sevgili ile kendisini kastederek şöyle diyor: “Arıydık petektik baldık ikimiz”, “Biz
güneştik senle sevgiler saçan”, Her mevsim yemyeşil daldık ikimiz”. “İkimiz” adlı şiirin
dörtlük sonlarındaki benzetmelerde hem alışılmış hem de alışılmamış bağdaştırmalara ver
vermiş. Arı, petek, bal, yeşil dal alışılmış, bilinen benzetmeler zinciridir. Sevgiliyi ve
kendisini güneşe benzetmesi alışılmamış bir benzetme. İlk dörtlükteki “Tanrıdan aşkı
çaldık” söylemi bir yanıyla mitolojik aşk tanrıçası Eros’u düşündürdü bana, diğer yandan
ateşi çalıp insanlığın hizmetine sunan Prometheus’u. Yine “Sevdanın ateşi yaksın özünü/
Tohum gibi koza gibi çatla gel” dizelerinde sevgili tohum ve kozaya benzetilmiş. Bir başka
dörtlükte sevda, aleve köze benzetilmiş:
Sütten ak olmalı insanın özü
Bir de bir olmalı özüyle sözü
Sevda dedikleri alevi közü
Alır avucuma yalar giderim.
Kuşkusuz halk ozanları ya da şairler hem gelenekten hem kültürden hem de önceki
ozan ve şairlerden etkilenirler. Bu birikimin bir sonucudur. Yer yer halk ozanlarının aynı dili
kullandıkları da görülür. Bu bir zaaf, eksiklik değil beslenmedir. Öztürk de daha önceki
ozanların dilinden etkilenmiş olabilir. Bu doğal bir akıştır. Bir sevdalı gülüş bir tatlı bakış/
Bundan fazlasında gözüm yok benim/ Gönülden gönüle coşkun bir akış/ Bundan fazlasında
gözüm yok benim dörtlüğü ile başlayan “ Gözüm Yok Benim “ başlıklı şiiri, beni, iz bırakan
halk ozanlarımızla buluşturdu. Neşet Ertaş’ın “Gönül Dağı” türküsünde yer alan “Kalpten
kalbe bir yol vardır görünmez/ Gönülden gönüle gider yol gizli gizli “ dizelerini anımsadım.
Bir diğer yandan Karslı halk ozanı Şeref Taşlıova’nın lirik, duygulu, coşkulu dizelerini… Ne
diyor Taşlıova:
Arzu iplik sevgi nakış
Ördükçe güzel görünür
Gönül gözü ile bakış
Gördükçe güzel görünür
Kitapta dikkatimi çeken “Ayrılık” başlıklı şiir oldu. Diğer şiirler halk şiiri geleneğine
uygun kaleme alınmışken bu şiir özgür koşuk biçiminde yazılmış. Bu, Öztürk’ün bir başka
iklime el atmak isteğinden mi kaynaklı, bilmiyorum. Eğer böyle ise bu ve bu tarzda yazdığı
şiirlerin bir başka kitapta toplanması daha uygun olurdu düşüncesindeyim.Ayrılık temalı şiir
denemesi şöyle başlıyor:
Ayrılıklar da aşk gibi olmalı
Öyle birdenbire ve aniden…
Keskin bir bıçakla keser gibi
Çok acı çekmeden insan
Kestirip atmalı günün bir vaktini.
Gözüne baktın bakmadın,
Elini tuttun tutmadın,
Yanağından öptün öpmedin;
Ve ardına dönüp baktın bakmadın…
O kadar!

Öztürk doğduğu, büyüdüğü, ekmeğini yediği, suyunu içtiği topraklara olan ilgisini,
sevgisini “Görele” adlı şiirinde dile getirir:
Mavi bir tarafı bir yanı yeşil
Bir ela göz gibi bakan Görele
Ülkenin parlayan kuzey yıldızı
Öyle şimşek gibi çakan Görele
Sahili kum-güneş Sis Dağı boran
Bu yörede doğdu kemençe horan
Şu gurbet değil mi insanı yoran
Hasreti kalpleri yakan Görele
Sonbahar Fotoğrafı Atsana başlıklı şiirde siz, biz kıyaslaması yapılarak dokusu
bozulmamış doğa ile dokusu bozulmuş, betonlaşmış topraklar üzerinde durulmuş. Bu bir
anlamda kırsal ile kent; köylü ile şehirli ayrımının doğal sonucudur. Kırsal koruyucudur, kent
yok edici, öğütücü. Yeşilin yok edilmesine, betonlaşarak büyümeye bir tepkidir, dizeler. Bir
nefes alma özlemidir.
Sizin orda sararmıştır yapraklar
Bir sonbahar fotoğrafı atsana
Bizim burada beton oldu topraklar
Bir sonbahar fotoğrafı atsana
Sizin orda mor dağlara çıkılır
Ne stres var ne de canın sıkılır
Bizim burada yaşamaktan bıkılır
Bir sonbahar fotoğrafı atsana
Kırsala göre kentte hareket alanı kısıtlıdır. Kalabalıklar, trafik, beton yığınları… Bizde
kent yaşamı sıkıcıdır. Öyle büyük parklar, yemyeşil iri ağaçlı caddeler oldukça azdır. Ağaç
boyunun iki üç katı beton gökdelenlerle; çarpık, çirkin yapılaşmalarla büyük kentlerin dokusu
bozulmuştur. Kalabalıklar içinde yalnızlık! Bu bir yabancılaşmadır, aslında. Kendine,
kültürüne yabancılaşma.
“Bir Yokuşu Çıkarken” şiirine takıldım bir ara. Nice halk ozanlarımızı düşündüm.
Onlar da şiirlerini kurarken önce ustalarına öykünmüşler, şiirlerini özümsemişler sonra
patikada yürümüş yokuşlar çıkmışlar… Ham iken pişmiş olgunlaşmışlar; olgunlaşmışken
yanmış ustalaşmışlar. Bir başka söylemle patikadan dağlara tırmanmışlar doruklara çıkınca
daha geniş bir açıdan görmüşler, daha derinden tanımışlar insanı, insanlığı, dünyayı.
Yükseldikçe alçalan bir gönle erişmişler. Gönül gözü ile şiirler söylemişler… Halk ozanı bir
yolcudur. Bu öyle birkaç günlük bir yolculuk değildir. Yıllarca sürecek olan bir yolculuk! Şiir
dünyasında uzun bir yolculuğa çıkan ozanı anlatma çabasına girmiş Öztürk.
Karmaşık duygular içinde şair
Ağır ağır bu yokuşu çıkarken
Telaşlı hüzünlü burun ve sair
Ağır ağır bu yokuşu çıkarken
Bazen yağmurluydu bazen de karlı
Buz gibiydi bazen bazen de harlı
Zarardaydı çokça biraz da kârlı
Ağır ağır bu yokuşu çıkarken

Günler mi kısalmış çabuk geçiyor
Yıllar mı hızlanmış sanki uçuyor
Nedense insanın keyfi kaçıyor
Ağır ağır bu yokuşu çıkarken
Türküler söylenir ağıtlar gibi
Buharlaşıp uçan bağıtlar gibi
Yırtılıp atılmış kâğıtlar gibi
Ağır ağır bu yokuşu çıkarken
Halk şiiri tarında patikalarda yürümüş kendini yokuşlara vurmuş Öztürk. Zirveye çıkar
mı ya da nefesi daralır, dizlerinin dermanı kesilir mi? Bunu zaman gösterecek. Âşık Veysel’in
söylediği gibi “uzun ince bir yol” şiir, “gece gündüz giden bir yolcu” şair.
Dörtlüklerde şairin ruh halini, zorluklarını, kazanımlarını kendine özgü şiir dili ile dile
getirmiş Öztürk. Umarım yokuşları çıkar, doruklara ulaşır.