Geçen yıl 11 Mayıs’da sonsuzluğa uğurladığımız değerli şairimiz, gönül adamı

Ahmet Kaçar’ı, ölümünün 1.yılında minnet, şükran ve rahmetle andık.
            Ahmet Kaçar; şairliğiyle, bestekarlığıyla, nüktedanlığıyla, eskilerin tabiriyle “nev-i şahsına münhasır” bir insandı.
            Dostluğunu kazanmış ve hakkında en çok yazı kaleme almış şanslı kişilerden biri olarak, sonsuzluğa uğurladığımızın 1.yılında da elimden geldiğince ve dilim döndüğünce, onunla ilgili bir şeyler yazmak, sizlerle paylaşmak istedim.
            Takdir edersiniz ki, böyle bir değeri birkaç sayfaya sığdırmak çok zor.

Yine de bana ayrılan yerin müsaadesi nispetinde bir şeyler yazmaya çalıştım.
Ahmet Kaçar, 1926 yılında Görele’nin Çürükeynesil (Sağlık Köyü-Çillioğlu Mah.)

köyünde doğar. 

İkinci Dünya Harbi’nin getirdiği yoksulluk yıllarında Trabzon’da sürdürmekte olduğu

lise öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalır.       

            Fakir bir köylü olan babası ekmek parası için Samsun’un yolunu tutar. 
            Gidiş o gidiş; öldü mü, yitti mi, kendisinden bir daha da haber alınamaz. 
            Bu durum, Kaçar’ın hassas yüreğinde derin yaralar açar, öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalır. 
            1953 yılında Tapu Sicil Memuru olarak iş hayatına atılır. 
            Bu arada, şiirleriyle de dikkatleri üzerinde toplamaya başlar. 
            Nitekim Göreleli ünlü bestekâr, İstanbul Radyosu koro şefi Kemal Gürses (Çetintemel)’in, Görele’ye geldiği günlerden birinde kendisinden bir şiir almasıyla birlikte, Ahmet Kaçar’ın da yıldızı parlamaya başlar.
            Kemal Gürses, 1953 yılında Ahmet Kaçar’ın bu şiirini Acemkürdi makamında besteler. Bu şarkıyı (öyküsünü ayrıca anlatacağız) ilk önce dönemin ünlü sanatçılarından Perihan Altındağ Sözeri seslendirir. Talih kuşu Ahmet Kaçar’ın omuzlarına bir konmuş, pir konmuştur, artık. Nitekim ölünceye kadar da artık onu terk etmez. 
            Devrin ünlü bestekarları Ahmet Kaçar’a mektuplar göndererek güfteler ister. Bunların başında da ünlü klarnet sanatçısı ve bestekar Şükrü Tunar gelmektedir.
            Nüktedanlığı, hoş sohbet oluşu ve hazırcevaplığı ile çevresinde çok sevilen ve saygı gören Kaçar, Giresun’un en ünlü şairlerindendir. Binlerce şiiri ve taşlaması vardır. Çok sayıda şiiri bestelenmiş olup, bunlardan 16’sı TRT Repertuarındadır.

            Bunların yanı sıra, “Kimbilir”, “Yalancı”, “Son Ufuklar”, “Bütün Şiirleri” ve “Yıllar” adını taşıyan beş adet kitabı mevcuttur.
            Ayrıca, Prof.Dr.Necati Demir tarafından, şairin beş kitabından derlenip, Giresun İl Özel İdaresi tarafından yayınlanan, “Şiire Adanmış Bir Ömür AHMET KAÇAR (Bütün Şiirleri, Hayatı ve Sanatı)” adlı 562 sayfalık bir biyografi kitabı vardır.
            Meslek hayatının son yıllarını Eynesil’de sürdüren Ahmet Kaçar, 1984 yılında Eynesil Tapu Sicil Müdürü olarak emekli olur. 

            Hiç evlenmemiş olan Ahmet Kaçar, kendini sanatına ve doğaya adamıştır.        

Türk Musıkisi Vakfı arşivinde, şiirlerinden yapılmış 25 adet beste olup, TRT

Repertuarında olan 16 adedi şunlardır: 

(Şarkının adı, bestekarı, makamı ve TRT Rep.No) 
1. Anar ömrümce gönül (Şükrü Tunar)-Uşşak-445
2. Ruhumda karanlık bir akşam olur (F.Karamahmudoğlu)-Suzinak-12266
3. Özlem benim, hicran benim (F.Karamahmudoğlu)-Saba-15070
4. Unut beni kalbimdeki hicranla (Şükrü Tunar)-Rast-10768
5. Dinecek sanma bir gün kalbimdeki yaralar (Selahattin İnal)-Hüzzam-3467
6. Ne zaman bir yana baksam (E.Uzunömeroğlu)-Hicaz-8103
7. İlk göz ağrısı (Sitemler örüyor) (Mehmet Ilgın)-Muhayyerkürdi-10070
8. Silinmeyen bir yara bırakır (Dr.Ümit Mutlu)-Kürdilihicazkar-10057
9. Kederli günleri sensiz yazımın (Ferit Sıdal)- Kürdilihicazkar-7091
10. Bitmeyen bir çiledir senden ayrı (Süleyman Mertkanlı)-Kürdilihicazkar-12520
11. Nasıl başlarsa hayat (Selahattin İnal)- Hüzzam-9064
12. Ruhumda derin yaralar (Gurbet) (Kemal Gürses)-Acemaşiran-8901
13. Hayal dolu bir gençlik (Kemal Gürses)-Acemkürdi-6111
14. İçimde her uyanış (F.Karamahmudoğlu)-Evcara-6577
15. Ben bir hazan sen bir bahar (F.Karamahmudoğlu)-Ferahnak-1311
16. Bir selmiş hayatın durmaz akışı (Yusuf Yıldırım)-Hicaz 2245

                                    ***

AHMET KAÇAR’DAN BİR ANI: “ULAN AYI…”
Devir, Türk Sanat Musıkisi’nde; Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Münir

Nurettin Selçuk, Yesari Asım Arsoy, Muzaffer İlkar…gibi abide şahsiyetlerin hüküm sürdüğü 1950’li yıllardır.
            Öyle bir devir ki…
            Bir bestenin süksesi bitmeden, hemen peşinden yeni bombalar patlamaktadır.
            Tabi bu devler arasından sıyrılıp, seslerini duyurmaya çalışan başka bestekarlar da

vardır.

Örneğin, Hüseyin Coşkuner ve Göreleli hemşehrimiz Kemal Gürses gibi…
Hüseyin Coşkuner’in Acemkürdi makamındaki “Bana aşkın şarabını sundu yarim

bu gece” adlı bestesi o günlerde büyük sükse yapar.

Tabir yerindeyse, ortalığı yıkıp geçer.
Kemal Gürses bu, eli kolu bağlı oturacak değil ya.
Bir gün hemşehrisi Ahmet Kaçar’dan bir şiir rica eder ve alır.
Gürses’de beste yapma yeteneği Allah vergisi. 
Duygu desen hakeza!
Eh, ilham perisi de gelip omuzlarına konunca…
Acemkürdi notalar bir bir dökülüverir kaleminden, beyaz kağıdın üzerine.
Ertesi gün radyolarda, gazinolarda Hüseyin Coşkuner’in Acemkürdi eserinin tahtına

bu defa, sözleri Ahmet Kaçar’a ait olup, hemşehrisi Kemal Gürses tarafından bestelen bir başka Acemkürdi eser oturmuştur.
            Gerisini Ahmet Kaçar’dan dinleyelim:
            “Bir gün İsmail Şençalar’ın arabasındayız. Hüseyin Coşkuner hışımla Kemal Gürses’e dönerek, ‘Ulan ayı’ dedi:
            -Bir Acemkürdi şarkımız vardı. İyi-kötü ekmek yiyip, fiyakamızı yapıyorduk. Ulan başka makam bulamadın mı ki, bir Acemkürdi de sen yapıp, bütün fiyakamızı bozdun?’
            Evet değerli dostlar, bir anda Hüseyin Coşkuner’in tüm karizmasını çizen, söz ve müziğinde iki Göreleli hemşehrimizin yani Ahmet Kaçar ile Kemal Gürses’in imzaları bulunan ve bugün de aynı zevkle dinlenen bu Acemkürdi eseri merak ettiniz, değil mi?
            Buyurun:
            “Hayal dolu bir gençlik, ümit dolu bir aşk bitti. 
            Bülbül bile goncaları hıçkırıkla terk etti. 
            Çiler bülbül, gider bülbül, ayrılık…
            Sevda yaman bir çile, çekerim bile bile, 
            Ayrılıyoruz artık ey yolcu güle güle. 
            Çiler bülbül, gider bülbül, ayrılık…
            Hayat esen bir rüzgar, onun peşinde yıllar 
            Sürünürüz bilmeden neden Allahım neden ayrılık 
            Çiler bülbül, gider bülbül, ayrılık…”

            Bu vesileyle…
            TRT İstanbul Radyosu’nda uzun yıllar koro şefliği de yapan, Türk Musıkisi’ne
‘Zulmetle ayrılık bestesi yapan/Beni düşünceye salan geceler’ adlı muhteşem bir beste daha armağan eden…

Aynı zamanda sinema sanatçısı Perihan Savaş’ın annesi ile 1960’lı yılların ünlü assolisti Güler Gürses’in dayısı olan Göreleli hemşehrimiz Kemal Gürses (Çetintemel)’i de bu vesileyle rahmetle anmış olalım.

                                               ***

"BEN MAKSİM GAZİNOSU'NDA İKEN!"
(BİR ÖDÜLÜN ÖYKÜSÜ)

Başlığımızı yanlış okumadınız; “Ben Maksim Gazinosunda iken”!
Evet, bizim de yolumuz, 18 Mayıs 1999 tarihinde “Gazinocular Kralı Fahrettin

Aslan”ın meşhur “Maksim Gazinosu”ndan geçti.

Öyle Zeki Müren gibi assolist olarak değil, tabi.
Konuk olarak...
Ama ne için ve kimin konuğu olarak?..
“Bir yakınımızın ödülünü (plaket) almak için”, diyelim ve öykümüzü anlatmaya

başlayalım.

1999 yılı Mayıs ayının ilk haftalarından birinde olacak.
Telefonun bir ucunda değerli dostum, ağabeyim ünlü ses sanatçısı ve Bestekar İsmet

Nedim, “Seyficiğim” diyor:

"-Şu anda Muazzez Ersoy’un hayat arkadaşı Metin Güneş yanımda. İkimizin

ortak eseri olan 'Sen sevgiden ne anlarsın (Söz: Seyfi Çiçek, Beste: İsmet Nedim)' adlı şarkımızı dinlettim, çok beğendi. Muazzez Hanım’a da okutacağını söyledi. İşin yoksa gel seni tanıştırayım.”
            Bu güzel haber üzerine gidilmez mi, uçtum tabi…
            Soluğu, bir saat sonra İsmet ağabeyin Levent’teki evinde aldım.

Beni Metin Güneş'le tanıştırdı.
Hoş-beş, selam kelam faslından sonra; İsmet Nedim’in yanı sıra, beni de 18 Mayıs

1999 tarihinde Maksim Gazinosu’nda yapılacak olan “Nostalji gecesi Ödül Töreni”ne davet etti.
            Törenin amacı; Muazzez Ersoy’un o günlerde çok ses getiren “Nostalji” serisi albümlerine şair ve bestekar olarak imza atan sanatçılara birer plaket vermekmiş.
            İsmet ağabeyi de “Adını anmayacağım” ve “Oyun bitti” adlı eserleriyle ilgili olarak davet etmişti.
            Beni de geceye davet etmesi üzerine, “Nostalji” albümünde bulunan “Unut beni kalbimdeki hicranla yalnız kalayım” adlı eserin söz yazarı Ahmet Kaçar’ı davet edip etmediklerini sordum. 
            Ona ulaşamadıklarını, bu nedenle davet edemediklerini söyleyince, ben olayın üzerine balıklama atladım:
            -Bizim büyüğümüzdür. Öyle ki, yeğeni sayılırım. Onu arayıp fikrini alayım, daha sonra sizi ararım, dedim. Metin bey sevindi.
            Ahmet ağabeyi arayıp, olumsuz cevap alınca, Metin Güneş’i telefonla arayarak durumu bildirdim. Bunun üzerine bana, “O zaman plaketi size takdim ederiz. Siz de memlekete gittiğinizde ona verirsiniz” dedi. 
            Böylece mutabık kaldık.
            O gün gelip, çattı.
            Geceye İsmet ağabey ve ailesiyle birlikte gittik.
            Bize tahsis edilen masada, İsmet Nedim Saatçi başta olmak üzere, pek çok bestekarın bestelerinde söz yazarı olarak imzası bulunan merhum Şair Mehmet Erbulan (Adını anmayacağım, Benim de canım var, Aşkın kanunu yazsam yeniden, Arım balım peteğim…) da vardı. Onunla da tanıştık.
            Halit Kıvanç’ın sunuculuğunu yaptığı gecede; hemen hemen ulusal basının tamamına yakını, “Nostalji” albümünde yer alan bir birinden güzel eserlerin bestekarları, söz yazarları, bazılarının da varisleri hep orada idi.
            Mesela kimler mi?
            İşte aklıma gelenlerden bazıları: İsmet Nedim, Teoman Alpay, Suat Sayın, Yusuf Nalkesen, Cavit Deringöl, Ferdi Tayfur, Mehmet Erbulan, Halit Çelikoğlu…
            Gecenin açılışını, muhteşem sesiyle Muazzez Ersoy yaptı.
            Program; bir şarkı, bir ödül töreni, bir şarkı, bir ödül töreni…şeklinde devam etti.
            Sıra, güftesi Ahmet Kaçar, bestesi ise Şükrü Tunar’a ait “Unut beni kalbimdeki hicranla yalnız kalayım”a geldiğinde, heyecandan kalbim duracak gibi oldu. 
            E, kolay mı, şarkı bittikten sonra, onlarca kameranın üzerime odaklandığı bir atmosferde söz yazarı Ahmet ağabeyin plaketini alacaktım.
            Ayağa kalkıp, şarkının bitmesini bekledim.
            Eserin bestekarı merhum Şükrü Tunar’ın varislerine ödülü verildikten sonra, Halit Kıvanç’tan;
            "-Evet, şimdi de bu güzel eserin söz yazarı Ahmet Kaçar adına ödülü almak üzere yakını Seyfullah Çiçek’i sahneye davet ediyorum", anonsunu beklerken…
            Sükut-u hayale uğradım, şok oldum.
            O sırada masaları dolaşıp, konuklarla ilgilenmekte olan Metin Güneş’i bir kenara çekip, durumu hatırlatınca, bir “eyvaahhh…” çekip, elini kafasına vurduktan sonra;
            -Çok özür dilerim Seyfi Bey, Sayın Kaçar gelmeyecek diye plaketi de getirmemiştik. Sizi de unutmuşum. Önümüzdeki hafta telefonlaşalım, plaketi ofisimde takdim edeyim, dedi.
            Neticede gittik aldık ama Maksim’de o muhteşem atmosferde alamadıktan sonra benim için fazla bir esprisi de kalmamıştı.
            Temmuz ayında yıllık izne çıkarak Görele’ye gittim.
            Tam da o sıralarda Görele Otogarı’nda bir müzik-eğlence gecesi varmış.
            Ahmet Kaçar’a ve organizasyon komitesine plaketten bahsettim.
            Geceye renk katması için, bu plaket törenini araya sıkıştırma kararı aldık.
            Ama ne var ki Ahmet ağabey, geceye katılmayacağını söyleyerek, her zamanki umursamazlığıyla, “Ben ne yapıcam o plaketi, al senin olsun” demez mi!
            Neyse, öyle ya da böyle bu emaneti birine teslim etmeliydim.
            Hemen aklıma, yeğeni Hayrettin Günay Hoca geldi. Plaketi ona vermeliydim. O da uygun bir zamanda, uygun bir şekilde Ahmet ağabeye verir, diye düşündüm.
            Durumu, gecenin sunucusu Musa Ada hocamıza anlattık.
            Neticede, Musa Hocamız’ın anonsuyla mikrofonu elime alarak, binlerce kişinin huzurunda kısa bir açıklama yaptıktan sonra, plaketi alkışlar arasında Hayrettin Hoca’ya teslim ettim.
            Bu vesileyle; geçen yıl ebediyete uğurladığımız Görelemiz’in gülen, güldüren yüzü, ünlü şairimiz Ahmet Kaçar’a bir kez daha Allah'dan rahmet diliyor, plakete layık görüldüğü Rast şarkının sözlerini veriyorum:
            “Unut beni kalbimdeki hicranla yalnız kalayım
            Kimsesiz bir yavru gibi kucağında ağlayayım.
            Bu kaçıncı söz verişin, söyle nasıl inanayım,
            Kimsesiz bir yavru gibi kucağında ağlayayım.”

Sonuç olarak demem o ki…

Ona karşı bir nebzecik de olsa hemşehrilik ve dostluk görevini yerine getirmiş olmanın

vicdan huzuru içindeyim.      

Yazımı onun bir dörtlüğüyle bağlıyorum:

“Bitecek hiç ummadığın bir zamanda bu sonsuz düş,
Lakin bitmeyecek yıllar, kalanlar devam edecek.
Ne evvel ne son seferdir bu seraptan çöle dönüş,
Başka kervan, başka hanlar, yalanlar devam edecek.” 

Ben de diyorum ki;

“Lakin dünyaya bir ‘Ahmet Kaçar’ daha gelmeyecek!”

Ruhu şad, mekanı cennet olsun!

                                               ***